(Dört Yaşam Pozisyonu yazısının devamı…)
“… Çıkarımları anlamak için, çocuğun durumunu incelemek önemlidir…Ana rahmine düşmek ile başlayıp beş yaşına kadar uzanan bir yaşam çizgisi görüyoruz. İlk zaman parçası rahime düşme ve biyolojik doğum arasında geçene dokuz aylık süredir. Bu dokuz aylık sürede insanoğlunun görüp görebileceği ne mükemmel çevrede geçen bir yaşam başlangıcı vardır. Bu yaşam biçimi sembiyotik samimiyet olarak tanımlanır.
Sonra, biyolojik doğumda, küçük bebek, birkaç saat içinde, bulunduğu sembiyotik samimiyet durumu ile feci şekilde tezat olan yabancı, korkutucu soğuklukta, sert/kaba, basınçlı, dayanılmaz, aydınlık, ayrılmış ve terk edilmiş bir duruma maruz kalır. Bebek kısa bir süre kopmuş, ayrı ve bağlantısız kalır. Doğum travması ile ilgili birçok teorinin ortak varsayımına göre, bu olay sonucunda oluşan duygular kaydedilir ve bir şekilde beyinde kalır. Bu varsayım, aşırı stres durumlarını yaşayan çok sayıda insanın deneyimlediği ve çok sayıda tekrarlanan “boşaltma borusu” rüyası ile desteklenmektedir. Hasta nispeten sakin sulardan sel sularına kapılmışçasına bir boşaltım borusu ya da kanalizasyona sürüklendiği bir rüya betimler. Artan basınç ve hızı bir klostrofobi duygusu içinde deneyimler. Yenidoğan ezici, tatsız uyaranlara maruz kalır ve oluşan duygular Freud’a göre daha sonra oluşan tüm kaygılara model olur.
Kısa bir zamanda yenidoğan bir kurtarıcı ile tanışır, kendisini kaldıran, derleyen, toparlayan, sıcak örtülere saran, destekleyen ve “temas iletisi veren”, rahatlatıcı davranış gösteren bir insan ile tanışır. Bu, Psikolojik Doğum noktasıdır. “Oralardaki” hayatın o kadar da kötü olmadığını gösteren ilk veri budur.
Bu bir uzlaşma, yakınlığın yeniden tesisidir. Yaşamak artık onun iradesine kalmıştır. Temas veya bedensel dokunma hayatta kalması için esastır. Temas olmazsa, fiziksel ölümden ziyade çocuk psikolojik olarak ölür. Bir zamanlar “marasmus” adı ile bilinen fiziksel ölüm, yetimler ya da kimsesiz çocuk yurtlarında erken temas yoksunluğu yaşayan çocuklarda sıklıkla rastlanan bir durumdu. Bu ölümleri, temel uyaran yokluğundan başka açıklayan hiçbir fiziksel neden yoktu.
Bu acılı gel-git durumu çocuğu sürekli olarak dengesiz bir durumda tutar. Kavramsal düşünce araçları olan kelimelerden yoksun olduğu yaşamının ilk iki yılında, bu dünyadaki hayatının kararsız statüsüne çocuk bir anlam veremez. Buna rağmen kendisi ve diğerleri, özellikle de annesi ile büyüyen ilişkisindeki duygularını sürekli kaydeder. Bu duygular temas ve temas yoksunluğu ile doğrudan ilgilidir. Temas veren kişi OK’DİR/YETERLİDİR/DEĞERLİDİR. Kendine biçtiği değerden emin değildir çünkü OK duyguları geçicidir ve sürekli olarak OK OLMAMA duyguları ile yer değiştirir. Sonuçta tereddüt onu “BEN OK DEĞİLİM” olmaya ikna eder.
Hangi noktada çocuk son karar olarak “BEN OK DEĞİLİM, SEN OK’SİN” pozisyonunun kararına varır?
Piaget (çocuklarda zihinsel süreçlerin gelişimini inceleyen İsviçreli psikolog ve filozof), yenidoğanlar ve küçük çocuklar üzerine yaptığı titiz gözlemlere dayanarak nedensellik gelişmesinin (ne neyi takip eder) yaşamın erken aylarında başladığını ve ikinci yılın sonunda elde edildiğine inanır. Bir başka deyişle veri, karmaşık bir yığın halinde, sözel dönemin bir noktasında ya da bir sonuç halinde ardışık desenler halinde yığılmaya başlar. Piaget “Çocukluğun ilk iki yılında duyuşsal hareket dönemi, zekanın gelişmesi ve bu dönemin karşılıklı değerlendirmeleri, çocuğu mantıksal düşüncenin sınırlarında bir denge durumuna ulaştırır.” demektedir. İlk iki yılın sonlarında veya üçüncü yılda belirginleşen bu denge durumunun çocuğun kendisi ve diğerleri hakkında vardığı sonucun ürünü olduğuna inanıyorum: Kendi yaşam pozisyonu. Çocuk pozisyonuna bir kez karar verdikten sonra artık üzerinde çalışmak üzere öngörebileceği bir temel, sağlam bir şey vardır elinde. Piaget bu erken zihinsel süreçlerin “gerçeği bilmek veya saptamak” konusunda kapasiteleri yoktur, başarıyı istemek veya pratik uyum ile sınırlıdırlar” demektedir: Eğer ben OK DEĞİLSEM ve SEN OK’SEN, ben SENİN gibi OK bir insanın BENİM gibi OK OLMAYAN bir insana iyi davranması için ne yapabilirim? Pozisyon, çocuk için sakıncalı görünmekle beraber ona gerçek görünmektedir ve hiçbir şey olmamasından daha iyidir. Bu nedenle de bir denge durumudur. Küçük çocuğun Yetişkin’i “yaşama anlam vermek” adına ilk ustalığını elde etmeyi başarmıştır.
….
Her ne kadar bu pozisyonu doğuran erken deneyimler silinmese de erken alınan pozisyonların değişebileceğine inanıyorum. Bir kez alınan karar, askıya alınabilir.
Transaksiyonel Analiz (Eric Berne tarafından geliştirilmiş bir terapi yaklaşımıdır) kişinin kendisi ile ilgili dört olası yaşam pozisyonu olduğunu saptamış ve aşağıdaki sınıflandırmayı yapmıştır:
1. BEN OK DEĞİLİM-SEN OK’SİN
2. BEN OK DEĞİLİM-SEN OK DEĞİLSİN
3. BEN OK’İM-SEN OK DEĞİLSİN
4. BEN OK’İM-SEN OK’SİN
…İkinci yılın sonu itibarı ile veya üçüncü yılın herhangi bir zamanında, çocuk, ilk üç yaşam pozisyonundan birine karar verir. BEN OK DEĞİLİM-SEN OK’SİN birinci yılın yaşantılarını temel alarak aldığı ilk karar denemesidir. İkinci yılın sonunda bu karar ya teyit edilir ya da ikinci ya da üçüncü kararlara döner: BEN OK DEĞİLİM-SEN OK DEĞİLSİN veya BEN OK’İM-SEN OK DEĞİLSİN. Bir kez kesinleştikten sonra, çocuk seçtiği bu pozisyonda kalır ve yaptığı her şey pozisyonun hakimiyeti altındadır. Bilinçli bir şekilde dördüncü yaşam pozisyonu ile değiştirmediği takdirde yaşamının geri kalanında yaşamının geri kalanında bu pozisyonda kalır. İnsanlar yaşam pozisyonları arasında gidip gelmezler. Karar ilk üç pozisyonda olduğu gibi tamamıyla temas ve temas almamak temelinde şekillenir. İlk üç pozisyon sözel olmayan kararlardır. Böyle olmasına rağmen koşullu refleksten daha fazlasıdır.”
Ben OK'im Sen OK'sin
Thomas A. Harris