"İçinizdeki Çocuk güçlü bir varlıktır. Sizin varlığınızın tam özünde yaşar. Sağlıklı ve mutlu, küçük bir çocuk düşünün. Bu çocuğu zihninizde canlandırırken onun ne kadar hayat dolu olduğunu hissedin. Bu çocuk, büyük bir merakla çeveresini keşfeder, duygularını açıkça ifade eder; canı yandığında ağlar, kızdığında bağırır, mutlu olduğunda gülümser ve içten bir kahkaha atar. Bu çocuk, aynı zamanda çok hassastır ve içgüdüsel davranır; kime güvenip kime güvenmeyeceğini bilir. Oynamayı ve keşfetmeyi sever, her bir dakikanın yepyeni ve harikalarla dolu olduğunu bilir. Bu oyunbazlıktan bitmek tükenmek bilmeyen bir yaratıcılık ve canlılık doğar.
Zaman geçtikçe çocuk kendisini yetişkin dünyasının tam ortasında bulur. Yetişkinlere has düşünceler, talepler ve gereksinimler, duyguların ve içgüdülerin sesini bastırmaya başlar. Aileler ve öğretmenler: “Kendine fazla güvenme, duygularını bir kenara bırak. Onu söyleme, bunu dile getirme. Bizim gibi yap, en iyisini biz biliriz” derler.
Zamanla, çocuğa hayat veren tüm bu nitelikler -merak, kendiliğindenlik, hissetme yeteneği- saklanmaya zorlanır. Yetişkinler çocukları büyütürken, onlara terbiye verirken çocuğu, tüm yapacakları önceden kestirilebilir yetişkinler haline getirirler. Çocuğun kırılganlığını ve doğallığını yok ederek onun esas benliğine zarar verirler. Zira, yetişkin dünyası çocuklar için güvenli bir yer değildir. Yetişmekte olan çocuk, hayatta kalma adına mutlu çocuk ruhunu derinlere saklayıp hapseder. Fakat bu İçsel Çocuk asla büyümez; o, canlı canlı derinlere gömülmüştür ve özgür olacağı zamanı beklemektedir.
İçsel Çocuk sürekli olarak dikkatimizi çekmeye çalışır ama çoğumuz onu nasıl dinleyeceğimizi bile unutmuşuzdur. Gerçek hislerimizi ve içgüdülerimizi göz ardı ederken aslında İçimizdeki Çocuk’u göz ardı ettiğimizin farkına bile varmayız. Vücudumuzu ve nefsimizi beslemekte yetersiz kaldığımızda aslında ihmal ettiğimiz, İçimizdeki Çocuk’tur. Çocuksu ihtiyaçlarımızı çoğu zaman mantıksız oldukları ya da gerçekçi olmadıkları bahanesiyle rafa kaldırır ve İçimizdeki Çocuk’u kendiyle baş başa bırakırız. Zira bu ihtiyaçların karşılanması, yetişkinlerin yapacağı şeyler değildir. Mesela, aniden bir parkta zıplaya zıplaya dolaşmayı ya da kaybettiğimiz bir arkadaşın arkasından bağıra bağıra ağlamayı isteriz. İşte bu aslında, dışarı çıkmak isteyen İçimizdeki Çocuk’tur. Ama birden içimizdeki yetişkinin sesini duyarız: “Hayır, bunu yapamazsın! Büyükler ağlamaz, erkekler ağlamaz. Kontrolünü kaybetmemelisin.” Ve İçimizdeki Çocuk yine olduğu yerde kilitli kalır.
İçimizdeki Çocuk engellendiğinde kendiliğindenliğimizi ve yaşama sevincini kaybederiz. Bu da zamanla enerji kaybına, kronik ya da ciddi hastalıklara neden olur. İçimizdeki Çocuk’u sakladığımızda aynı zamanda kendimizi diğer insanlardan da soyutlamış oluru. Bizim gerçek hislerimizi ve arzularımızı hiçbir zaman bilemezler ve gerçekte kim olduğumuzu hiçbir zaman göremezler. Bu, diğer insanlarla gerçek bir yakınlığı imkansız kılar. Hiçbir zaman birbirimizi tam olarak tanıyamayız. Bu nasıl bir trajedi ve ne denli büyük bir kayıptır! Gerçek bir insan olabilmemiz için, İçimizdeki Çocuk’un kucaklanmaya ve düşüncelerini açıklamaya ihtiyacı var."
Sanat Terapisiyle İyileşmek
Lucia Capacchione